Unutulan Bir Kuşak: Emeklilerin Asgari Ücret Gölgesindeki Hayat Mücadelesi
Türkiye’de yaklaşık yirmi yılı aşkın bir süreye yayılan ekonomik ve sosyal değişim, toplumun farklı kesimlerini farklı şekillerde etkiledi. Ancak bu süreçte, sessiz sedasız ağır bir yoksulluk sarmalına itilen bir kesim var: Emekliler.
2002 yılından günümüze kadar emekli maaşlarının asgari ücrete oranla seyrine bakıldığında, rakamlar bu büyük dramın boyutlarını çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor.
Yüzde Yüz Elli’den Yüzde Altmış’a Bir Gerileyiş
2002 yılında, en düşük emekli aylığının net asgari ücrete oranı, kaynaklara göre 1.39 kat ile 1.51 kat arasında değişen yüksek bir seviyedeydi. Bu, bir işçi emeklisinin en azından asgari ücretin üzerinde bir gelire sahip olduğu ve nispeten daha rahat bir nefes alabildiği anlamına geliyordu. Emeklilik, çalışırken ödenen primlerin ve geçen yılların bir karşılığı olarak, onurlu bir dinlenme dönemi vaat ediyordu.
Ancak yıllar ilerledikçe bu tablo dramatik bir şekilde tersine döndü. 2016 yılı, bir kırılma noktası oldu: En düşük emekli maaşı, net asgari ücretin altına düşerek 1’in altına indi. O günden bu yana, aradaki makas sürekli olarak emeklilerin aleyhine açılmaya devam etti. Gelinen noktada, en düşük emekli maaşının asgari ücrete oranı, 2024 verilerine göre yüzde 59’lar seviyesine kadar geriledi. Başka bir deyişle, emeklilik geliri, en temel geçim standardı kabul edilen asgari ücretin bile neredeyse yarısı düzeyine düştü.
Alım Gücündeki Sessiz Erime
Bu oransal düşüşün ardında, emeklilerin alım gücünde yaşanan yıkım yatıyor. 2002’de en düşük işçi emekli aylığı ile 9.3 çeyrek altın alınabilirken, 2024’e gelindiğinde bu sayı 2.8’e düşmüştür. Aynı dönemde, emekli aylığıyla alınabilen simit sayısı 1285’ten 800’e, et miktarı ise 23.3 kg’dan 16.6 kg’a gerilemiştir.
Bu rakamlar, emeklilerin sadece ekonomik olarak değil, aynı zamanda sosyal ve psikolojik olarak da ne denli zorlu bir süreçten geçtiğini gösteriyor. Eskiden torununa harçlık verebilen, evine bir misafir geldiğinde eli kolu dolu olabilen emekliler, bugün temel gıda ve ilaç masraflarını dahi karşılamakta zorlanıyor. Geçmişte bir onur meselesi olan emeklilik, günümüzde maalesef bir geçim savaşına dönüşmüş durumda.
Sistemsel Bir Hata: Değersizleşen Primler
Emekli maaşlarının asgari ücret karşısında erimesinin temel nedenlerinden biri, uygulanan emekli maaşı hesaplama sistemidir. Prim gün sayısı, prim ödeme matrahı gibi faktörler üzerinden hesaplanan emekli aylıkları, özellikle 2000 yılı sonrası getirilen düzenlemelerle birlikte, milli gelirden yeterince pay alamamakta ve sadece resmi enflasyona endekslenmektedir. Oysa asgari ücret, son yıllarda enflasyonun çok üzerinde yapılan artışlarla kısmen iyileştirilirken, emekli maaşları bu ivmeyi yakalayamamıştır.
Bu durum, aslında sistemsel bir eşitsizliği de beraberinde getiriyor: Emeklilik için yıllarca prim ödeyen, sisteme katkıda bulunan bireylerin birikimleri, aktif çalışma hayatının en düşük ücret seviyesi olan asgari ücretin bile gerisinde kalmaktadır. Çalışırken ödenen primlerin karşılığı olan maaş, temel yaşam masraflarını dahi karşılayamayacak duruma geliyorsa, o primlerin değeri ve emeklilik sisteminin adilliği sorgulanmalıdır.
Emeklilik Bir Lütuf Değil, Kazanılmış Bir Haktır
Emeklilerin çektiği sıkıntılar, sadece bireysel birer sorun değil, toplumsal bir vicdan meselesidir. Ülkenin kalkınmasına yıllarca emek vermiş, vergi ödemiş bu kuşağın, hayatlarının son dönemlerini yoksulluk ve endişe içinde geçirmesi kabul edilemez.
Acilen atılması gereken adımlar açıktır:
En Düşük Emekli Maaşı Asgari Ücretin Üzerine Çekilmelidir: En düşük emekli aylığı için, asgari ücretin belli bir yüzdesi (% 110 veya % 120 gibi) oranında, otomatik artış sağlayacak kalıcı bir yasal düzenleme yapılmalıdır.
Maaş Hesaplama Sistemi Revize Edilmelidir: Emekli aylıklarının, yalnızca enflasyona değil, aynı zamanda Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYH) artışından da pay almasını sağlayacak, prim-maaş dengesini düzeltecek yeni bir formül geliştirilmelidir.
Emeklilik, çalışırken sisteme yapılan katkıların ve yılların emeğinin karşılığıdır; bir lütuf değil, kazanılmış bir haktır.
Emeklilerin asgari ücretin gölgesinde değil, insanca yaşayabilecekleri, onurlu bir hayata kavuşmaları, toplumsal adalet ve vefa borcumuzun bir gereğidir.
Ülkeyi yönetenlerin, ‘unutulan kuşak’ haline gelen emeklilere kulak vermesi, toplumsal huzur ve ekonomik denge için hayati bir zorunluluktur.

