Riya, Samimiyet ve Melâmî Hikmeti: Dinin Öze Dönüş Çağrısı
İnsan ilişkilerinin temelinde güven, dini hayatın merkezinde ise samimiyet (ihlas) yatar. Ancak ne yazık ki, günümüzde bu iki temel değerin zedelendiği, ibadetlerin bir gösteriye, dinin ise bir ticari araca dönüştüğü hallerle sıkça karşılaşmaktayız. “Namazı gösteriş olarak kılmak,” ya da “Daha abdestimle duruyorum” diyerek dini, ticari kazanca alet etmek, inancın ruhuna tamamen aykırı bir tutumdur.
Riya: Gizli Şirk ve İbadetin İflası
Bir ameli, sırf Allah rızası için değil de, insanların beğenisini kazanmak, itibar görmek veya dünyevi bir çıkar sağlamak için yapmak, İslâm ahlakında Riya (gösteriş) olarak adlandırılır. Riya, gizli şirk olarak kabul edilir; zira kul, sadece Allah’a ait olması gereken bir eylemde, insanların takdirini Allah’ın rızasına ortak koşmuş olur. Maun Suresi’nde: “Yazıklar olsun o namaz kılanlara! Ki onlar, namazlarından gâfildirler. Onlar ki, riyakârlık (gösteriş için ibadet) ederler!” (Mâûn, 107/4-6) buyurularak, ibadetin özünden uzaklaşan, onu bir maske gibi kullananlar şiddetle eleştirilir.
Ticarette “Daha abdestimle duruyorum” gibi ifadelerle dindar imajı oluşturarak müşteri çekmeye çalışmak da, dinin kutsalını dünyevi menfaat için istismar etmektir. Bu, hem riya tehlikesi taşır hem de dinin ticarete alet edilmesini ifade eden ciddi bir ahlaki zaaftır. İbadet, kul ile Rabbi arasındadır ve gösterişten, pazarlık unsuru olmaktan uzaktır. Aksi takdirde, yapılan eylem manevi değerini yitirir ve kişiyi manevi bir iflasa sürükler.
Kulun Kula Soracağı Soru: İnsan Olmak ve Öncelikler
Birçok kişi de haklı olarak, kulun kula sorması gereken “Karnın aç mı? Sağlığın yerinde mi? Bir ihtiyacın var mı?” gibi insani ve sosyal dayanışmayı öne çıkaran sorular varken, “Namazını kıldın mı?” gibi, hesabı sadece Allah’a ait olan bir sorunun sorulmasını sorguluyor.
Bu yaklaşım, Fatih Sultan Mehmet’in meşhur fermanında dile getirilen hikmetle de örtüşür: “İnsanlara Dinin nedir? Namaz kılıyor musun? Oruç tutuyor musun? gibi Allah’ın soracağı soruları sormayın. Kulun kula soracağı soruları sorun. Aç mısın, susuz musun, geçinebiliyor musun…”
Bu, bir öncelik meselesidir. İslâm, sadece bireysel ibadetlerden ibaret bir din değildir; aynı zamanda güçlü bir sosyal adalet ve dayanışma ahlakını emreder.
Dışa Değil, İçe Odaklanma: İbadetler, kulun iç dünyasını güzelleştirme ve güzel ahlaka ulaşma aracıdır. Başkasına namazını sormak, kişinin iç dünyasını Allah’a bırakıp, sadece dış görünüşle ilgilenmesi anlamına gelir.
Mahremiyet ve Hesap Günü: İbadetler, mahremdir ve hesabı kıyamet günü yalnızca Allah tarafından sorulacaktır. Kulun görevi yargılamak değil, yardımlaşmaktır.
Ahlak ve İhtiyaç: Toplum hayatında öncelik, insanın temel ihtiyaçlarıdır. Zira aç, susuz ve muhtaç birine yardım etmek, dinin emrettiği en büyük ahlaki görevlerdendir. Namazın, orucun insana kazandırması gereken de zaten bu merhametli ve güzel ahlaktır.
Melâmîliğin Özü: Kendini Kınamak ve Samimiyeti Esas Almak
Tam da bu noktada, gösterişten ve şekilcilikten uzak duruşuyla Melâmîlik akımı devreye girer. Kelime anlamı “kınanmak” olan melâmet, kişinin nefsini kınamasını, Allah ile arasındaki ilişkiyi gizli tutmasını esas alır.
Melâmîler, riyadan (gösteriş) o denli kaçınmışlardır ki, yaptıkları ibadet ve iyilikleri gizlemeyi, hatta halkın kendilerini kusurlu veya günahkâr sanarak kınamasını göze almayı benimsemişlerdir. Onlar için asıl önemli olan, dış görüntü değil, kalbin samimiyeti (ihlas) ve nefsin terbiyesidir.
Melâmîlik temel olarak şu prensipleri savunur:
Riyadan Kaçınmak: İbadetleri ve manevi halleri gizlemek, insanların övgüsünden uzak durmak.
Nefis Muhasebesi: Sürekli kendi kusurlarıyla meşgul olmak ve nefsini kınamak.
Şekilciliğe Karşıtlık: Tarikatların özel kıyafet, zikir veya ritüellerine mesafeli durarak, işi özde ve manada aramaktır.
Halka Karışmak: Toplumdan soyutlanmak yerine, halkın içinde yaşayarak, gizli bir dindarlıkla kulluk görevini yerine getirmektir.
Melâmîlik, gösteriş için yapılan ibadetlere ve dinin dünyaya alet edilmesine karşı, inancın en saf ve en içten halini arayan bir ruh hareketidir. Onların yolu, müminin dikkatini dış görüntüden çekip, kalpteki ihlasa, yani samimiyete yöneltir.
Sonuç olarak, gerek riyadan kaçınmayı emreden İslâm ahlakı, gerek sosyal dayanışmayı öne çıkaran Fatih’in hikmeti, gerekse Melâmîliğin gösterişi reddeden tavrı; hepsi aynı noktada buluşur: Din, bir gösteri alanı değil, bir samimiyet ve ahlak meydanıdır. İbadetler, kul ile Rabbi arasındadır. Kulun kula olan görevi ise yargılamak değil, ihtiyaç anında yanında durmak, yedirmek ve doyurmaktır. Dini, ticarete veya şöhrete alet etmek, inancın özüne ihanettir. Gerçek kulluk, kalbin temizliği, elin cömertliği ve dilin nazikliğindedir.

