Kût’ül-Amâre 104 Yaşında!

İnancın asıl silah olduğuna inançla, zor şartlar ve imkansızlıklar içerisinde, İngilizlere karşı kazanılmış, bir ordunun neler başarabileceğinin tarihteki en büyük örneklerinden Kutül Amare ‘nin 104. yıl dönümü kutlu olsun…

Osmanlı’nın tarih sahnesindeki son zaferi olan Kut’ül Amare (Birinci Kut Muharebesi) Birinci Dünya Savaşı’nın Irak Cephesi’nde, İtilaf Devletleri ile İttifak Devletleri arasında gerçekleşmiş bir kuşatma muharebesidir.

Kut ül Amara zaferi 1952 yılına kadar bir bayram olarak kutlanmaktaydı. Ancak anlaşılamayan ve açıklanmayan nedenlerle ve özellikle NATO topluluğuna girdikten sonra bu kutlamalara son verilmiş, Kut zaferi unutulmuştur/unutturulmuştur. Bu galibiyetin önemli olmasının bir nedeni de köklü askeri geleneğe sahip olan İngiliz ordusunun tarihinde görülmedik biçimde bir kitlesel teslim oluşu gerçeğidir. Diğer gerçek ise İngilizlerin karşısında, kendilerinden daha eski bir askeri geleneğe sahip olan ve değerini takdir edemedikleri Türk ordusunun bulunmasıydı.

Osmanlı imparatorluğunun Birinci Dünya Savaşına katılmasından altı gün önce; 5 Kasım 1914 günü İngiliz birlikleri Basra Körfezine akan Şettülarap Nehri ağzında buluna Fav yarımadasına amfibi bir harekat düzenledi. Karaya çıkan kuvvetler, zayıf Türk birliklerini yenerek ileri yürüyüşlerini sürdürüp, 21 Kasım günü Basata’yı ve 9 Aralıkta da Kurna’yı ele geçirdiler. Savaşın başlangıç sürecinde Irak’ta seferberlik çalışmaları yeterli derecede verimli olamamıştı. Kuruluş düzenine geçen birliklerin tüm eratı Arap’tı. Devlete bağlılıkları zayıf, eğitim düzeyleri düşük, moralleri bozuk askerlerden oluşan bu birliklerle İngilizlerin ileri yürüyüşünü durdurmak olanaksızdı. Kazandıkları başarılardan sonra saldırılarını Basra yönünde geliştiren İngiliz birlikleri, Seyhan yöresinde Türk mukavemetiyle karşılaştı. İngilizlerin üstün gücü karşısında tutunamayan Türk birlikleri, Katüzzeyn mevkisine çekilerek direnişlerini sürdürmeye çalıştılar.

Arap kökenli askerlerin firar etmeleri ve yerel halkın düşmanca tutumuna İngiliz nehir filosunun bombardımanları da eklenince Türk kuvvetlerini yöneten Irak ve Havalisi Komutanı Cavit Paşa, Basra’yı savunmaktan vazgeçerek birliklerini, Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği Kurna mevkisine kadar geri çekti. Basra 23 Aralık 1914 tarihinde İngilizler tarafından işgal edildi. Savaş soluk almadan sürmekteydi. İngilizler bu kez de Kurna’ya saldırdılar ve çetin bir muharebeden sonra Türk kuvvetlerini tutsak ederek, tüm Güney Irak’ı ele geçirmiş oldular.

Bu zaman diliminde, Irak’tan çok uzakta İstanbul Nuruosmaniye’de bulunan Teşkilat-ı Mahsusa binasında Irak’taki savaşın kaderini etkileyecek toplantılar yapılıyordu. Teşkilat’ın Enver Paşa’ya yakınlıkları ile tanınan genç ve serüven tutkunu subayların gönüllü katılımlarla kurulan Osmancık Taburunun, Irak cephesinde kullanılmasına karar verilmişti. Bu taburun eratı, çoğunlukla Koceeli ve Rumeli yörelerinden gelmiş, gerilla savaşlarına katılarak deneyimler geçirmiş gönüllülerdi. Tabur komutanlığına atanan Binbaşı Üsküdarlı Cemil Bey, Trablusgarp savaşı ve Batı Trakya Cumhuriyeti’nin kuruluş çalışmalarında başarıları kanıtlanmış bir subaydı. Osmancık Taburu ve sefere katılacak gönüllüler arasında Binbaşı Ali (Çetinkaya), Yüzbaşı Halil ( Türkmen ) Üsteğmen Nazilli’li Fuat, Yahya Kaptan, Üsteğmen Fikri, Teğmen – Yazar Mehmet Ali ( Fetgeri ), Yedek Subay Hamza Osman ( Erkan ), Üsteğmen Emirganlı Şevket ve Doktor Yüzbaşı Sinoplu Sefer Beyler gibi Teşkilat’ı Mahsusanın fedai subayları bulunuyordu. Irak’a gidecek kuvvetlere Süleyman Askeri Bey komuta etmekteydi.

Süleyman Askeri Bey yanına Osmancık Taburu ve İstanbul itfaiye Alayını alarak 23 Kasım günü İstanbul’dan yola çıktı. 28 Kasım 1914 Cumartesi günü de Gönüllü subaylar, Haydarpaşa garından uğurlandılar. Yolculuk koşulları zorluydu; Tren yolunun kesintiye uğradığı Pozantı’dan itibaren yürünerek Adana’ya gelindi. Halep’e tren ve kamyonlarla sevk edilen gönüllüler ve taburlar burada birleşti. Şahturlara bindirilen birlikler ve Süleyman Askeri Bey’in yolculuk ettiği fayton, sonunda nehir yoluyla Irak’taki Türk birliklerinin mevzilerine ulaştı. 2 Ocak 1915 günü Cavit Paşa, Irak Genel Komutanlığı görevini Yarbay Süleyman Askeri Bey’e devretti. Savaşçı karakterine uygun olarak hızla harekete geçen Süleyman Askeri Bey, 20 Ocakta birinci Rota muharebesinde yaralandı. Bu çatışmada Osmancık Tabur Komutanı Yüzbaşı Cemil ve Doktor Sefer Beyler de şehit düştüler.

14 Nisan 1915 tarihinde gerçekleşen Şuayyibe savaşında ise Türk birlikleri ağır bir yenilgiye uğradı. Osmancık taburunun büyük çoğunluğu İngilizler tarafından tutsak alındı. Yarası henüz iyileşmemiş ve çatışmayı yatırıldığı sedyeden izleyen Yarbay Süleyman Askeri Bey, yenilgiyi kabullenemeyerek, tabancasıyla yaşamına son verdi. Osmancık Taburunun kısa süren şanlı serüveninden sonra, İki taraf içinde sonuca ulaşılamayan bir dizi kanlı muharebe yaşandı. Türkler Basra’yı geri almak, İngilizler de Bağdat’a ulaşmak amacındaydılar. İki tarafta kuvvetlerini takviye ediyordu.

(Kut kuşatmasında Türk birlikleri )

28 Eylülde Birinci Kut-ul Amare savaşını kazanan General Townshend komutasındaki İngilizler, Türk birliklerini çekildiği Selmanıpak mevzilerine kuşatıcı biçimde taaruz etti. Townshend’in bilemediği gerçek, bu aşamada doğu ve Suriye – Filistin cephelerinden Irak’ı takviye için gelen güçlü Türk birliklerinin varlığıydı. 51. Türk Tümenin yaptığı karşı saldırı ile yenilen İngiliz birlikleri 150km geride bulunan Kut-ul Amare kasaba ve mevzilerine çekilmek zorunda kaldı. Nurettin Paşa komutasındaki Türk birlikleri ileri yürüyüşlerini sürdürerek 15 Aralık 1915 tarihinde Kut kuşatmasını başlattılar. Kuşatma ve sonunda gelen zafer, Türk Ordusu için Birinci Dünya Savaşında Çanakkale’den sonra gelen en büyük başarıdır.

4.5 Ay kanlı çatışmalar yaşandı

İngiltere her yöntemi kullanarak ( Rüşvet teklif etmek dahil ) kuşatma alındaki askerlerini kurtarma uğraşı verdi. Irak’ta sorumluluğu üstlenen 6. Ordunun komutanı Nurettin Paşa’dan komutayı devralan Halil Paşa, kuşatmayı sürdürerek sonunda 29 Nisan 1916 günü General Townshend kuvvetlerini koşulsuz olarak teslim aldı. İngiliz askeri tarihinde bir ilk yaşanmıştı. 5 General, 481 Subay ve 13.300 Er Türkler tarafından tutsak edildi. Kut’taki İngiliz kayıpları ölenler ve esir alınanlarla birlikte 40 bine ulaşmıştı.

( Kut’un teslimine dair temsili bir resim )

Kut civarındaki muharebelerde Türklerin kayıpları da yüksekti; 300 Subay ve 10.000 Er şehit düştü. Evet, Kut saferinin tarihi süreci böyle gerçekleşmişti. Ancak bu zafer kolay kazanılamadı muhasara öncesi muharebelerde yaşananlar unutulmaması gereken bir destandır. Kut ele geçirildikten sonra Ordu Komutanı ordusuna bir emir yayınlamıştı. Tarihimizde müstesna bir yeri olan bu emir Türk komutanlarının kendilerine ve askerlerine olan özgüvenlerinin tipik bir örneğidir.

Halil (KUT) Paşa’dan; ORDUMA

“Arslanlar,

Bugün Türklere şerefli şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın müşemmes semasında Şühedamızın ruhları Şadü handan pervaz ederken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.

Bize iki yüz seneden beri tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren Cenab-ı Allah’a hamdü şükür eylerim. Allahın azametine bakınız ki, binbeşyüz senelik İngiliz Devletinin tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü oldu. İki senedir devam eden cihan harbi böyle parlak bir vaka daha göstermemiştir.

Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut’u kurtarmaya gelen ordular karşısında 359 subay ve onbin neferini şehit vermiştir. Fakat buna mukabil bugün Kut’ta 5 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum.

Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir. Şu iki farka bakınca cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu vakayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır.

İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale’de ikinci vakayı burada görüyoruz.

Yalnız süngü ve göğsümüzle kazandığımız bu zafer yeni tekamül eden vaziyeti harbiyemiz karşısında muvaffakiyeti atiyemizin parlak başlangıcıdır.

Bu güne Kut bayramı namını veriyorum. Ordumun her ferdi her sene bu günü tesit ederken şehitlerimize yasinler, tebarekeler, fatihalar okusunlar. Şühedamız hayatı ulyatta, semavatta kızıl kanlarla pervaz ederken, gazilerimiz de atideki zaferlerimizle nigehban olsunlar.”

Mirliva Halil 6. Ordu Kumandanı 29 Nisan 1916

Halil Paşa’nın bu beliğ emrinde belirtmiş olduğu, 29 Nisan 1916 tarihinde Kut zaferine giden kanlı süreçte bir dizi muharebe yapılmıştı. İngilizlerin 26 Kasım 1915te Selmenpakta yenilip Kut’a çekilmelerinden sonra, 7 Aralık’ta Kut ül Amare muhasara muharebeleri başlıyordu. Türk ve İngiliz orduları Delabaha’da, Sabis’te, Beyt-i İsa’da, 3 defa Hadiri Kalesi önlerinde, 4 defa da Felahiye’de karşı karşıya geldiler. Delahaba muharebesinin zorlu koşullarını savaşa üsteğmen olarak katılan General Muzaffer Tuğsavul anlatmıştır;

“Bizim tarafta topçular koşulu. Takip için emre amade, düşmanın çekilmesini beklerken, Towshend tekmil topçusunu mevziye sokmuş, fecirle beraber cehennemi bir ateşle karşısındaki insan, hayvan ve malzeme yığınlarını bombardımana başlamıştı. Bu bombardımandan en çok etkilenen ve en ziyade zayiata maruz kalan topçularımızdı. Ateş bizi o kadar gafil avlamıştı ki, koşum çıkarmaya, top indirmeye vakit kalmadan bataryalar hayvanlarını yarı yarıya kaybetmişlerdi. Zayiat hakkında bir fikir verebilmek için bizzat bulunduğum bataryanın 12 parçaya mukabil, ancak 2 top koşabilecek elim vaziyete düştüğünü söylemek isterim. Bazı bataryalar buna bile muktedir değillerdi. Yanımızda bulunan bir cebel bataryasının hayvanatı kamilen mahvolmuştu. İki üç tümenlik bir kitle birkaç saat içinde çil yavrusu gibi dağılmış, muzaffer bir ordu gaflet ve tedbirsizliğin cezası olarak büyük bir hezimete uğramıştı. Büyük bir şans eseri olarak 51. Tümenin bu ateş sağanağı haricinde kalarak maddi ve manevi kuvvetini muhafaza etmesine medyunuz. Bu vaziyette ordunun sevk ve idaresi tamamen ortada kalmıştı. 51. Tümen bulunduğu vaziyetten istifade ederek düşmanın yanına taaruz etti. Diğer taraftan 44. Alay bir seri cebel topuyla nehir boyunda ilerleyerek, düşman gambotunu zapt etti.”

Hıdıri kalesi muharebesi Albay Bekir Sami Bey’in askerlik bilgisi ve kahramanca tutumunun eseridir. Savaşa girerken bu azimli subay, komutanı Nurettin Bey’e; “Birliğim muzaffer olacaktır. Yenilirsek zaten tümenimle birlikte ben de yok olacağım ama hıdıri kalesi düşecektir” tekmilini veriyordu. Bekir Sami Bey, Birinci Felahiye savaşı sırasında da başından yaralanmasına karşın cepheyi terk etmeyerek, büyük bir cesaret ve irade gücüyle başındaki kanlı sargılarla askerlerini yönetmişti.

2. Felahiye muharebesinde yaşanan gerçek bir kahramanlık öyküsünü Yüzbaşı Selahattin Yurtoğlu dile getiriyordu;

“Fındıklı’lı Muzaffer adında 1890 doğumlu bir piyade üsteğmeni vardı. Bu çocuk uzun boylu, mavi gözlü ve cidden şahane yapılışta idi. Çok kahraman çok mütevazi ve çok kibar bir arkadaştı. İstanbul’dan hareket ettiği zaman 9. Alay emir subayıydı. Muzaffer cepheye hareket tarihinden bir hafta önce evlenmişti. Yirmi dört yaşındaki bu delikanlı, arkadaşları cepheye giderken elinde fırsat olmasına rağmen İstanbul’da kalmayarak alayına katılmıştı. Muzaffer, ikinci Felahiye muharebesinde piyade bölük komutanıydı. Muharebenin çok fena bir anında Muzaffer gırtlağına rastlayan bir kurşunla vurulup düşüyordu. Yanında bulunan nefer yardıma koşunca Muzaffer eliyle işaret ediyor, Nefer genç üsteğmenin göğsünü açıyordu. Nefer, Gene yaralı subayın işaretiyle cebinden posta pullu bir boş zarf çıkarıyordu. Muzaffer, askerin kendi cebinden çıkarıp verdiği kalemi gırtlağından akan kana batırarak zarfın üzerine “Kelime-i Şehadet, Bölük intikamımı alsın” yazıyordu. Bu yazıyı alan borazan neferi, komutanlarının şehit olduğunu yüksek sesle bölüğe bildirmişti. Şehit emrini alan bölük siperlerine girmiş olan düşmana karşı kahramanca atılarak o günkü zaferi sağlıyordu.”

(Ele geçirilen Kut Al Amara kasabası)

İngilizler, muhasarayı kırmak için General Aylmer komutasındaki Dicle kolordusuyla hücuma geçmişlerdi. 6 Ocak günü yapılan muharebede 4.000 askerlerini kaybeden General Aylmer geri çekilmek zorunda kaldı. Bu muharebe sırasında geri çekilme emri veren Albay Nurettin Bey görevden alındı ve yerine Enver Paşanın kendisinden bir yaş küçük olan ve yakında tuğgeneralliğe terfi edecek amcası Albay Halil Bey atandı. Kut kasabasında muhasara altına alınan birlikleri kurtarmak amacıyla gelen İngiliz ordusu tüm denemelerinde çok kayıplar vererek başarısız olmuş, bütün saldırıları Türk birlikleri tarafından geri püskürtülmüştü. Artık Kut kasabasında bulunan General Townshend kuvvetleri kaderleriyle baş başa kalmışlardı. Çanlar Kut için çalıyordu…

Şanlı 3. Piyade Alayında görevli genç bir subay olan Üsteğmen Şükrü Efendi ( General Şükrü Kanatlı) Kut muharebelerini ve kasabanın düşüşünü sıcağı sıcağına anlatmaktadır;

“4 Mart – 3. Alay komutanlığına Binbaşı Nazmi Solok Bey atandı. Bu gün Kut’daki düşmanın bir teşebbüsü olmamıştır. Alınan bilgilere göre Kut’da iaşe durumu çok sıkıntılı imiş. Erlerine verilen ekmek görüldü. Çok kötü idi. Düşman askerleri arasında bir hayli de hastalık varmış. Hava şartları çok bozuktu ve sürekli yağmur yağıyordu.

18 Mart – Düşman bu gün bir çıkış teşebbüsünde bulundu. Ağır topları da dahi olmak üzere bütün mevzilerimiz ateş altına alındı.

23 Mart – Dicle kabardı ve taştı gözetleme postalarımızın setlerini sular yıktı.

5 Nisan – Düşman Sabah birinci mevzilerimize en az 15.000 top mermisi kullanarak taaruz etti. Bu hatta artçı olarak bırakılan 51. Tümenin iki bölüğü bomba hücumu yaparak ve çok zayiat verdirerek düşmanı uzaklaştırdı.

9 Nisan – Düşman mevzilerimize taaruzlarını tekrarladı. 9. Alay saldırıyı tek başına ve kahramanca karşılayarak önledi. Alay siperleri düşman cesetleriyle doldu. Düşman uçakları Kut’a çuvallarla un atıyor.

19 Nisan – Düşman sabahleyin saat 06.00da bir buçuk saat devam eden topçu ateşinden sonra taaruza geçerek mevzilerimize yüz metreye kadar yaklaştı. Fakat şiddetli karşı saldırılarımıza dayanamayarak geri çekildi.

23 Nisan – Düşman uçakları bu gün Kut ül Amara’ye yedi defa gelerek 24 çuval un attı. Düşman 24 saat aralıksız devam eden topçu ateşinde 40.000 mermi kullandıktan sonra taaruza kalktı. 51 ve 52 Tümenlerimiz kahramanca direndiler. Bu muharebede düşman 1500 ölü ve 5000’den fazla yaralı verdi. Ellerinde beyaz bayraklarla yaralı ve ölülerini toplayan düşman askerlerine ateş edilmedi. Harp görevimizi yapıyor, ölü ve yaralıların toplanmasına izin veriyoruz. Bu ancak Türk’e özgü olan mertçe bir harekettir.

27 Nisan – İngilizler, 13.100 tüfek, 42 top ve bir milyon İngiliz lirasını bize bırakıp Kut’u terk etmelerine izin vermemizi teklif ettiler. Bu teklifleri kabul edilmedi. Para tekliflerine de Halil Paşa;
“Biz baltacı değil süngücü ordusuyuz” yanıtını verdi.

29 Nisan 1916 – Kut ve etrafındaki mevzilerini savunan İngiliz kuvvetleri 4 ay 23 günlük kuşatmadan sonra kayıtsız şartsız teslim oldular. 3. Piyade Alayına bağlı 1. Taburumuz Kut’u teslim alacak. Yerli Araplar Alay komutanımızın ve bizim atlarımızın üzengilerini öpüyorlar. Alay komutanımıza yol gösteren İngiliz subay; “bunlar biz girerken de böyle yapmışlardı” diyor. Erlerimiz, şurada burada bitkin halde bulunan İngiliz esirlerine kendi peksimetlerini, günlük yemeklerini ve sigaralarını veriyorlar. Şehrin giriş ve çıkışları uygun kuvvetlerle işgal edildikten sonra doğruca General Townsend’in karargahına gittik. Bütün İngiliz subaylarının burada toplanmalarını İngiliz komutandan rica ettik. İngilizler malzemelerini tahrip ediyorlardı. Kasabaya çıkarılan subay devriye kolları bu faaliyetlerine engel olundu. Bazı yerlerde İngilizler ihtiram kıtaları çıkararak bizi selamlıyorlardı. Esirlerin durumlarının iyi olmadığı bilindiğinden kendilerine tarafımızdan koyun eti ve diğer yiyecek maddeleri gönderildi. Çok duygulandılar. En büyük sıkıntıları da sigara idi. Onlara bol tütün ve sigara verdik. Teslim aldığımız kuvvetlerden 228 subay ve 2245 er İngiliz, diğerleri Müslüman ve mecuzi Hintliydiler. General Townshend’in kılıcı Halil Paşa tarafından “Bu kılıç görevini yapmıştır”denilerek iade edildi. Esirlerin geriye nakli görevi 3. Alaya verilmişti.

3 Mayıs günü General Townshend, kendi kurmay başkanı ve emir subayı ile birlikte vapurla Bağdat’a sevk edildi.”

Kut Al Amara’da tutsak alınan İngiliz Generaller ve üst rütbeli subaylar

29 Nisan 1916…

Binbaşı Nazmi Solok komutasındaki 3. Piyade Alayına bağlı askerler, milli marşlar söyleyerek girdikleri Kut ül Amare Kasabasına saat 14. 30’da yanlarında getirmiş oldukları Türk bayrağını diktiler. Kasaba üzerinde dalgalanan bayrak, İngilizlerin 20.000 askerle başlatıp, Bağdat’ın hurmalıklarını uzaktan görebildiği Irak seferini şimdilik noktalamıştı. Kut zaferine kadar geçen süreç içersinde karşı karşıya gelen iki tarafın askeri nitelikleri açılarından belirgin farklılık ve benzerlikleri vardır. Beyaz ırka mensup savaşçıların yenilmez oldukları anlayışıyla Çanakkale’ye gelen İngiliz komutanlar, Türk askerinin ten rengini, almış oldukları acı derslerle öğrenmişlerdi. İki taraf için de Irak, dünya savaşında kadersel rol oynayacak bir cephe değildi. Başkomutanlığın yanlış stratejisi, başlangıçta Türk güçlerini Irak’ta zayıf bırakmış, buna karşılık İngilizler, ülke içlerinde ilerledikçe donanmalarının sağladığı destek ve lojistik kaynakları ile ikmal yollarından uzaklaşmışlardı. İki tarafın da bazı birlikleri birinci sınıf sayılmazdı. Seferberliğin ilanıyla Osmanlı İmparatorluğu askeri yapısında yer alan Arap kıtaları ve İngiliz İmparatorluğuna bağlı, farklı din ve mezheplere bağlı Hint birlikleri zayıf askeri kıtalara örnek olarak göstermek mümkündür.

Kut kuşatmasında Türk birlikleri

Bununla birlikte; 51 ve 52. Tümen gibi seçkin Türk kıtaları ile İngilizlerin ünlü Oxford ve Buckingamshire alayları da Irak cephesinde yapılan muharebelerde karşı karşıya geldiler. Muharebelerin ilerleyen safhalarında Türk topçuları kısıtlı cephanelerine rağmen isabetli atışlarıyla büyük başarılar kazandılar. İki taraf ta nehir yollarını yeterince kullanamadılar. İkmal için uçuşlar yapan Kraliyet hava sevisi birlikleri, bölgeye getirilen gelişmiş Alman uçakları karşısında faaliyetlerini durdurmak zorunda kaldılar. Çöllerle çevrili, ancak nehir yoluyla ikmal yapılabilecek bir kasabayı savunmayı kabul eden General Townshend, kendisini ve ordusunu kurtaracağına inandığı ülkesine güvenmekle hata etmişti. Buna karşılık, Balkan yenilgisinden sonra Enver Paşa’nın reformları sonucu göreve gelen genç Türk komuta kadrosu, aynı utancı yaşamamaya kararlıydı ve Çanakkale, İngilizlerin yenilebilinir olduğunu göstermiş, Mehmetçiklere de öz güven duygusu aşılamıştı. Kut yenilgisi 1916’da üzerinde güneşin batmadığı İmparatorluk olarak tanımlanan İngiltere’de büyük düş kırıklığı yaratmış ve yaşanan bu bozgun İngiliz halkına olduğunca duyurulmamaya çalışılmıştı.

Kut zaferinden sonra esir alınan İngiliz askerleri

Halil Paşa ele geçirdiği binlerce tutsağı Anadolu’da bulunan esir kamplarına daha uygarca koşullar içersinde sevk edebilmek için İngiliz makamlarıyla temasa geçmiş, esirleri taşıyacak gemilerde kullanılmak üzere kömür talebinde bulunmuştu. 6. Ordu Komutanının Düşman tutsaklarının yararına olan bu teklifi kabul edilmedi. Kut esirleri, kara yoluyla Afyon ve Yozgat’taki esir kamplarına gönderildiler. İngiliz esirler, Türk kamplarında yaşadıklarını, yayınladıkları birçok anı kitabıyla günümüze aktarmışlardır. Tutsakların en fazla yakındıkları konular, kamplarımızdaki sağlık koşulları ve görevlilerin duyarsızlıkları olmuştur. Ancak 1916 ve 1917’de eğitim yapımızı ve Anadolu’daki yaşam koşullarını irdelemek gerekmektedir. Savaşın daha da yoksullaştırdığı fakir bir ulusun esirleriydi onlar… İngiliz ve Hintli erler yol yapımlarında çalıştırılmış, subaylar ise kamplarda yine kendi anılarından öğrendiğimize göre, Astroloji, falcılık ve yoğun biçimde yaygın olan eşcinsellik ile esaretlerini tamamlamışlardı. Savaş sonunda özellikle Mısır’da bulunan Seydi Beşir esir kampında tutulan Türk tutsaklar gibi kör olarak değil, sağlıklı biçimde evlerine dönmüşlerdir.

Kut’da esir alınan İngilizler

16. Yüzyılın ilk yarısında Osmanlı hakimiyetine geçen Irak’ın jeopolitik önemi anlaşılamamıştı. Abadan petrol tesisleri zaten İngiliz şirketleri tarafından işletilmekteydi ve Kerkük – Musul petrol yatakları henüz keşfedilmemişti. Irak cephesi, savaşın ilk döneminde Başkomutanlık tarafından tali cephe olarak kabul edildi. Çanakkale, Doğu ve Filistin cepheleri nitelik ve sonuçları itibarıyla ana cepheler olarak kabul edilmişlerdi. Tarih, belkiler ve eğerler üzerine yazılabilseydi günümüzde Irak’ta yaşanan konjöktür çok farklı olabilirmiydi?

-Eğer seferberlikten sonra Irak’ta konuşlanmış olan Osmanlı birlikleri, daha başlamadan kaybedilmiş olan Kanal seferine hazırlanan 4. orduyu takviye amacıyla yer değiştirmeselerdi,

-Eğer Fav Yarımadasına yapılan amfibi harekat başarılı olmasaydı,

-Eğer Teşkilat- Mahsusanın kadrolarını Tokatlıyan Otelinde oluşturduğu birlikler yenilmeselerdi, General Townhend Irak’ın içlerine doğru ilerleyemeyecek ve sonunda çekilerek Kut’a sığınmayacaktı. Zafer sonrasında eğer Enver Paşa çaplı bir stratejist olup, Irak’taki Türk güçlerini İran serüveni için yönlendirmeyip, İngilizleri Irak’tan denize dökseydi, Kut zaferimiz Birinci Dünya savaşındaki dengeyi değiştirebilirmiydi.

Bu gerçekleşememiş olasılıkları düşünmeye devam edilecek olursa;

-Filistin cephesinde 1917’deki koşullar yenilgiye dönüşmemiş olsaydı, Almanya’da Bağdat’ı kurtarmak amacıyla hazırlanan Yıldırım Ordular Grubu görevini başarabilir miydi?

-Savaşın son evresinde güven kaybına uğrayan Türk – Alman ittifakı nereye kadar sürebilirdi?

-Eğer savaş kazanılsaydı, kendi çıkarları uğruna bölgede askeri gayretler sarf etmiş olan Emperyalist Almanya, Türklerin bölgedeki hakimiyetine ortak olmayı mı planlamıştı…? soruları geriye kalmaktadır.

kaynak: çanakkale muharabeleri 1915/İclal Tunca Örses

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail
0Shares

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

%d blogcu bunu beğendi: