Koca Reis Muhsin Yazıcıoğlu’nu Saygı ve Özlemle Yad Ediliyor…

İnandığı değerlerden asla geri adım atmayan, ömrünü Türk milletine hizmet etmeye adayan, büyük dava adamı Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehit olmasının ardından tam 11 yıl geçti. Şehadetine sebep olan helikopter kazası aradan geçen 11 yıla rağmen soruşturma aydınlığa kavuşturulamadı…

Vatansever, ideallerinden sapmayan, eğilmeyen, bükülmeyen, yiğitçe mücadele vermiş, bedel ödemiş kendisi bir parti genel başkanı ya da siyasetçi olarak değil, kıyamete kadar devam edecek olan bir zihniyetin, ‘serdengeçti’ damarının ve bakış açısının timsali olan Muhsin Yazıcıoğlu, gurur, minnet, sevgi ve feyiz ile bugün bir kez daha saygı ile yad ediliyor… Sevenleri ve dava arkadaşları ölümünün ardındaki sır perdesinin peşini bırakmayarak mücadele etmeyi sürdürüyor…

Anadolu’nun has evladı, mert, kimseye eyvallah etmeyen Muhsin Yazıcıoğlu, 31 Aralık 1954’te Sivas’ta doğdu. Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı, 19. 20. ve 23’üncü dönem TBMM Sivas milletvekili ve Büyük Birlik Partisi’nin kurucusu ve ilk genel başkanlığını yaptı.

25 Mart 2009 tarihinde helikopter kazasında Kahramanmaraş’ta şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti.

İlk ve orta öğrenimini Şarkışla’da yaptıktan sonra Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’ni bitirdi. Eşi Gülefer Yazıcıoğlu ile de burada tanışıp evlenen Muhsin Yazıcıoğlu iki çocuk babası idi.

DAHA ÖNCE 17 KAZA GEÇİRMİŞTİ

25 Mart 2009 tarihinde, Kahramanmaraş mitinginden Yozgat-Yerköy mitingine hareket etmek üzere içinde bulunduğu helikopter bilinmeyen bir sebepten dolayı düştü. Helikopter düştükten sonra İHA muhabiri İsmail Güneş 112 Acil Servisi aradı.

Bu konuşmada bacağının kırık olduğunu, helikopterde bulunanlardan sadece BBP Sivas il Başkanı Erhan Üstündağ’ın inlediğini, ne BBP Sivas il başkan yardımcısı Murat Çetinkaya ne de pilot Kaya İstektepe’den ses geldiğini, Muhsin Yazıcıoğlu’nu ise göremediğini söylemiştir.

Bu konuşmalar İsmail Güneş’in son konuşması olmuştur. Kazadan 48 saat sonra helikopterin enkazı ve Muhsin Yazıcıoğlu dâhil 6 kişinin naaşı arama ekipleri içerisinden 17 gönüllü civar köylüsü tarafından Sisne ve Kızılöz Köyleri arasındaki Keş Dağı Kuru Dere Kanlıçukur mevkiinde bulundu. Enkaz, 48 saat süren arama çalışmalarının yapıldığı bölgenin içerisinde değil 115 km uzağındaydı.

28 Mart 2009 tarihi ve saat 14:10’da BBP Genel Sekreteri Yalçın Topçu’nun yaptığı açıklamaya göre, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekiler vefat etmişlerdir. Kendisi daha önce on yedi defa trafik kazası geçirmişti ancak bunların hepsini hafif sıyrıklarla atlatmıştı.

700 bin kişilik cenaze töreni

Yazıcıoğlu için 2009 tarihinde Kocatepe Camii’nde cenaze töreni düzenlendi. TBMM’deki törende Yazıcıoğlu’nun Türk bayrağına sarılı naaşının üzeri çiçeklerle süslendi. Cenaze törenine basın mensupları dâhil yaklaşık 700 bin kişi katıldı. Vasiyeti üzerine cenazesi, Taceddin Dergahı’na gömülmeyi vasiyet ettiği için bir bakanlar kurulu kararı çıkarılarak Mehmet Âkif Ersoy müzesi olarak kullanılan dergahın bahçesine defnedildi. Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünün ardından memleketi Sivas’ta birçok parka ve caddeye ismi verildi. Amasya, Adıyaman ve Ankara Çamlıdere ilçesinde yapılan caddenin ismi Muhsin Yazıcıoğlu Caddesi olarak değiştirildi. Anadolu’nun birçok yerinde park, cadde ve vakıflara onun ismi verilerek kendisine duyulan sevgi ve saygı tekrar ifade edildi.

Kaza ile ilgili iddialar

– 25 Mart 2009 tarihinde, meydana gelen kazadan sonra ortaya atılan suikast iddialarını araştırılması için 02 Şubat 2010 tarihinde pek çok siyasi ismin önergesiyle Meclis Araştırma Komisyonu kuruldu.

– Olay halen daha Kahramanmaraş Özel Yetkili Savcılığı tarafından araştırılmaktadır.

– 6 Ocak 2014 tarihinde Aksiyon dergisinin 996. sayısında Muhsin Yazıcıoğlu ve beş arkadaşını taşıyan helikopterin düşme nedeninin karbonmonoksit olabileceğine ilişkin bilgilere yer verilmiştir.

– Abdullah Gül’ün talimatıyla Devlet Denetleme Kurulu olayı incelemeye almış ve 21 Ocak 2011 tarihinde de raporunu açıklamıştır.

– 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen askeri darbenin ardından yakalanan FETÖ subayı Aydın Özsıcak’ın helikopter kazasında yer alması bu iddiaları güçlendirmiştir.

-9 üst düzey kamu görevlisi de yargılanıyor
Yargıtay 5. Ceza Dairesince görülen yargılama 5 Haziran’da devam edecek.

Yazıcıoğlu’nun ölümündeki FETÖ izinin ortaya çıkartılması talebi
Muhsin Yazıcıoğlu’nun eşi Gülefer Yazıcıoğlu ve oğlu Furkan Yazıcıoğlu ile gazeteci İsmail Güneş’in eşi Yasemin Güneş’in de aralarında bulunduğu aileler, olayla ilgili FETÖ bağlantılarının ortaya çıkartılması için Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulundu.

Yapılan başvuruda önceki yıl Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne tanık olarak ifade veren bir FETÖ üyesinin etkin pişmanlıkta bulunduğunu hatırlatıldı.

Tanığın ifadesinde, Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindeki 5 kişinin yaşamını yitirdiği olayla ilgili FETÖ’nün bağlantılarını anlattığını belirten aileler, FETÖ elebaşı Fetullah Gülen hakkında tutuklama ve iade başvurusunda bulundu.

Dava arkadaşı Özdağ, Koca Reis’i anlattı…

Kendisini yakından tanımış, gençlik yıllarından beri yaklaşık 40 yıllık arkadaşlık yapmış, Manisa 24-25 ve 26. dönem Milletvekili, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Selçuk Özdağ, rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nu her yıl dönümünde olduğu gibi 11.’inci ölüm yıl dönümü dahil gerek dava yoldaşlığı gerek mahkeme süreciyle de ne unuttu ne unutturdu.

“Partisinin kaloriferleri yanmazken”

Özdağ, TBMM’de yaptığı bir konuşmada Yazıcıoğlu’nu şöyle anlatıyordu:

“Ölümünün ardından çok şeyler yazıldı çok şeyler söylendi. Cenazesinde toplanan milyonlar etki ve sevgi alanının partisinin sınırlarının çok ötesinde olduğunu gösteriyordu. Aradan yıllar geçmesine rağmen unutulmadı. Aksine her geçen gün daha çok aranan, daha çok özlenen bir siyasetçi olarak belirdiğini söylemeden geçemeyeceğim. İnsanları yaşatan geride bıraktığı izlerdir. Özellikle siyaset yapanların.

Yazıcıoğlu’nun bıraktığı izleri, hangi saiklerle bu kadar sevildiğini anlamaları gerekir. O, her zaman halktan biri gibi hareket etti. Eleştiriye açık oldu. En ağır tenkitler karşısında bile tebessüm etmesini bildi. Özel hayatında da, siyasi hayatında da şeffaf ve demokrat bir tutum sergiledi. Siyaseti ticaret gibi değil. Bir millet hizmetkârı gibi yaptı. Partisini kaloriferler yanmazken topladığı paraların bir kuruşunu bile ayırmadan hepsini Çeçenistan’a Cevher Dudayev’e gönderdi. Kalbi kâh Bosna’da kâh Azerbaycan’da kâh Çeçenistan’da kâh Kıbrıs’ta kâh Balkanlarda attı. Türkiye’nin terör mücadelesine destek olmak amacıyla Kuzey Irak’ta müttefikler aradı. Milletin derdini dert edinerek siyaset yaptı.”

“Türkiye’yi Suriye de yaptırmayacağız” dedi

28 Şubat’ta susmayan cesur isimlerden birinin de Muhsin Yazıcıoğlu olduğunu hatırlatan Özdağ, “28 Şubat’ta susmayan, eğilmeyen, ölçülerinden taviz vermeyen ender siyasetçilerden biriydi. “Türkiye İran olacak, Türkiye Cezayir olacak” diyenlere “Türkiye, Cezayir olmaz, Türkiye İran olmaz ama Türkiye’yi Suriye de yaptırtmayacağız” diyecek kadar da yürekli bir adamdı. Onun “Türkiye Suriye olmayacak” sözleri 28 Şubat?a karşı ciddi bir uyarı ve milli güçlerin uyanması için önemli bir vesile oldu” dedi.

“Allah ve Peygamber aşığıydı”

Yazıcıoğlu’nun iyi bir devlet adamı olmanın yanında iyi bir mümin olduğunu da kaydeden milletvekili Özdağ, “Muhsin Yazıcıoğlu iyi bir devlet adamı ve iyi bir mümindi. “Bir kar tanesi olsaydınız nereye düşmek isterdiniz” sorusuna “Mekke’ye düşmek isterdim” diyebilecek kadar Allah ve Peygamber aşığı idi. Allah için olanı sadece Allah’a arz etti” diye konuştu.

“Üşüyen sadece o değildi hepimiz üşümüştük”

Özdağ, Yazıcıoğlu’nu anlatmaya şöyle devam etti: “Siyasette başarıyı rakamlarla ölçen biri değildi onun için arkasında kaç kişi olduğuna hiç bir zaman önem vermedi. Hapishanede yazdığı ve hepimizi üşüten şiiri belki de onun saf temiz ruhuna düşmüş acıklı sonun kerametvari bir terennümü idi. Cağlayancerit’te helikopteri düştüğünde üşüyen sadece o değildi hepimiz üşümüştük. O yaşarken her annenin çocuğu öldüğünde de her evin cenazesiydi. Böyle mert ilkeli bir siyasetçinin erken zamanda aramızdan ayrılması hepimizi derinden üzmüştü.”

“O çağımızın Alpereniydi”

Rahmetli Yazıcıoğlu’nun asla dışarıdan bir müttefik arama girişimin olmadığını vurgulayan Ak Parti Manisa Milletvekili Doç. Dr. Selçuk Özdağ, “Sayın milletvekilleri, Sayın Yazıcıoğlu hiç bir zaman dışardan müttefik aramadı. Kolay yoldan gelecek ama kendisini esir alacak yol ve yöntemlerin hiç birine rağbet etmedi. Nefsini her zaman milletinin menfaatlerinin gerisinde tuttu. Siyasetin en temiz yüzlerinden biriydi. Onun içindir ki her çevreden dostları, sevenleri vardı. O çağımızın alpereniydi” diye konuştu.

“İnşallah Peygamberimize komşu olurlar”

“28 Şubatta millet iradesine ipotek koymak isteyenlere meydan okuyanların başında Hasan Celal Güzel ve Muhsin Yazıcıoğlu geliyordu” diyen Özdağ, “Bugün Tank Hasan da ebedî dünyaya irtihal etti. İnşallah Peygamberimiz’e komşu olurlar. Kimi insanların değerini ancak yokluklarında biliriz bir yanıyla kahramanlar çağından kalma bir kişiydi” dedi.

“Ona çok zulmettiler”

Milletvekillerine seslenerek konuşmasını sürdüren Özdağ, “Muhsin Başkan milletimizin kültür köklerine aşkla bağlı olanlardandı. Onun büyük vatanseverliğini ifade edecek kelimeler sözlüklerimizde yeterli sayıda yoktur. Ama birtakım kişiler vatanımızı ona zindan etmeye çalıştılar. Bu özellikleri nedeniyle ona çok zulmettiler. Çok çile çektirdiler. Onu Mamak zindanlarında 2,5 metrekarelik bir hücrede beş buçuk yıl ezdikten, yedi buçuk yıl hürriyetini gasp ettikten sonra beraatine karar verdiler. Aziz naaşı milyonların iştiraki ve tekbir sesleriyle kaldırıldı. Muhsin Yazıcıoğlu, sayılacak değil tartılacak adamdı tabii özgül ağırlık denilen şeyin terazisi varsa. Sayın milletvekilleri, sevgi başka bir maden, başka bir element, başka bir kimya, her zaman siyasetin diline tercüme olmuş bir nesne değildir. Oya tahvili zordur fakat vardır ve değerlidir” ifadelerini kullandı.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun lisede başlayan hayallerini anlatan Selçuk Özdağ, “Muhsin Yazıcıoğlu, Sarkışla Lisesindeki ocak başkanlığından itibaren Hakk’a yürüdüğü saate kadar kendine eşit saydıklarının arasında birinci olmak mevkisindeydi. Partisi mühim bir seçim başarısı gösteremedi ama o hep mevcuttu ve değerliydi. O parti ise anlı şanlı siyasi kuruluşla ve siyasetçilerin “Yer yarılsa da yerin içine girsem görünmez olsam” diye dilediği sert kriz günlerinde milletin hukukundan yana tavır alması bakımından altın gibi kıymetliydi. Şubatın sersemletici ayazında Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları göğüslerine kadar düğmeleri çözülmüş delikanlı gömlekleriyle devrin egemenlerine yan bakıp, “Bir dakika, biz sizin o söylediklerinize katılmıyoruz” diyebilmiş yiğit ve erkek adamlardı. Toplumu ayrıştıran siyasetlerden hazzetmezdi. Bırakıp gittiğinde her kesimden insanın tabutuna el atması bu özelliği yüzündendi. Dostluğu arkadaşlığı çok değerli olan biriydi” şeklinde belirtti.

“Sayın milletvekilleri, onu tanıyanlar devlet millet meselelerinin en çok konuşulacak kişisinin o olduğunu bilirlerdi. Onun için milli refleksleri olan herkes ona koşardı” diyen Özdağ, şu dizeleri aktardı: “Orada gözler aydın/Burada başsağlığı/İki ayrı tören var/Allah katından gelen bir yüce buyruk üzre/aramızda ansızın çadırını deren var. Kendisine rahmet diliyorum, ruhu şad olsun. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”

YÜZ BİNLERCE İNSANIN YÜREĞİ KAVRULDU

Muhsin Yazıcıoğlu on binlerce insanın yüreklerini kavuran hüzün, acı ve gözyaşlarıyla, dualarla, tekbirlerle ebedi âleme uğurlandı. O her nefsin tadacağı işaret buyrulan ölümle, karlı dağların tepelerinde bir helikopterin içinde buluşmuştu. Başka bir yerde mesela sıcak yatağında yatarken yahut masasında çalışırken değil de evinden barkından yüzlerce km. ötelerde, seferi durumda, garip bir dağ başında, hizmetlerini sürdürmeye çalışırken bu vuslatın oluşması, onu şehitlik mertebesine ulaştırdı. İnandığı gibi yaşadı, kızı Firuze?nin anlatımıyla ‘Şeb-i Aruz’ dilediği şekilde vaki oldu.

Ülkücü gençlerin yani ‘melali tanıyan’ bir neslin çilekeş, mazlum ve mağdur bir kesimin lideriydi. Türkiye’de derin bir toplumsal karmaşa, siyasal belirsizlik hüküm sürüyordu. Yasalar uygulanamıyor, terör ve anarşi giderek yoğunlaşan bir sis halinde ülkenin üzerine çöküyor, devletin varlığı tartışılır hale geliyordu. Gölgeler arasında kendilerini gizlemeye çalışan birileri, Türkiye’yi adım adım belirledikleri yerlere taşımaya çalışırken, bu gençler yıkılmak üzere olduğunu hissettikleri barajın kapılarını omuzlayarak felaketi önlemeye çalışıyorlardı.

Türkiye’ye ve Türk milletine sevdalıydılar; Türklükle ilgili hayalleri, mutlu, müreffeh, barışık bir toplum oluşturma emelleri vardı. Şartların zorluğuna, karşı karşıya oldukları tehditlerin, tehlikelerin büyüklüğüne aldırmıyorlardı. Genellikle yoksul yahut orta halli kesimlerin, maddî şartları sınırlı ailelerin çocuklarıydılar.

Bütün gün nereden geleceği belirsiz kurşunları düşünmeden öğrenimlerini sürdürmeye çalışıyorlardı. Çünkü okula devamları, imtihana girmeleri silahlı zorbalar tarafından engelleniyordu. Birbiri ardına gelen acı haberlerden kulakları işitmez hale gelmiş, omuzları arkadaşlarının tabutunu omuzlamaktan nasır bağlamıştı. Gençliklerini yaşamaya fırsat bulamadılar. Mevsimlerin ne zaman değiştiğini kışı kovalayan ilkbahar çiçeklerinin nasıl açtığını, otların yeşerdiğini çoğu kere fark edemediler.

Bu labirentten ne şekilde çıkılacağını kimse bilmiyordu. El yordamıyla yollarını bulmak isterken 12 Eylül’de askerî darbe yapıldı. Yazıcıoğlu ve ülküdaşları kurtlar sofrasına kurban olarak seçilmişlerdi. Haklarında hüküm verilmiş, kalemleri kırılmıştı.

Başsavcı Soyer’in siyasî zihniyetine göre belirlediği özel bir takip ve infaz timi tarafından sürek avı başlatıldı. Birer ikişer yakalanıyorlar, Mamak’ta C-5 denilen işkencehaneye sevk ediliyorlar, burada insanlık dışı muamelelerle ifadeleri alındıktan sonra hücrelere tıkılıyorlardı.

İçlerinden az sayıda da olsa, bir yolunu bulup, yardım alıp yurt dışına kaçabilenler de oluyordu. Muhsin Başkan ilk birkaç hafta yakalanmamıştı. Her zamanki sakin, vakur ve mütevekkil tavrıyla ortalıkta dolaşıyor, gerekli gördüğü arkadaşlarıyla konuşup bir panik havasının oluşmamasına çalışıyordu.

Dostları ikaz ettiler. Yurt dışına çıkması için yol ve yöntem gösterdiler. Ancak sorumluluğunun bilincinde olan, inançlı ve yürekli bir dava adamının verebileceği anlamlı bir cevapla karşılaştılar. “Ben” diyordu ülkücülerin genç lideri, “Yurt dışına çıkarsam, burada kalan, hapishaneye tıkılan arkadaşlarımın moralleri bozulur, dayanma güçleri kalmaz, yıkılırlar. Bırakalım beni de yakalasınlar onların arasına koysunlar; birlikte aynı kaderi paylaşalım. Böylece birbirimize güvenip dayanarak kaderimizi yaşayalım.”

Nitekim çok geçmeden verilen talimatı marazî haz duyarak icra eden ekibin pençesi ona da uzandı; yakalanıp Mamak’a götürüldü. Beş yılı tecrit hücresinde olmak üzere yedi buçuk yıl zindanlarda tutuldu. İddianamede ön görülen en ağır hüküm verilse bile, özgürlüğünden bu kadar uzun süre mahkûm bırakılamayacak olan Muhsin Yazıcıoğlu sonuçta kin ve intikam duygularından kaynaklanan hukuksuz bir infaza tabi tutulmuş oldu.

Zindanda geçirdiği 7.5 yıl onun için okuma, düşünme ve kendini yetiştirme dönemi oldu. Fizikî şartları son derece elverişsiz olmasına rağmen büyük bir irade örneği sergileyerek hücresini verimli bir mekân haline getirmeyi başardı. Çoğu kere su bulamadığından taşlarda teyemmüm yaparak namazını hiç aksatmadı. Defalarca Kur’an-ı hatmetti. Vefatı vesilesiyle basın ve televizyonlarda defalarca yayınlanan şiirini de bu ortamda yazdı.

Son derece etkileyici ve duygu yüklü olan bu şiir Yazıcıoğlu?nun iç dünyasının, inanç yapısının, özlemlerinin, beklentilerinin lirik bir anlatımıdır. Bir taraftan karanlık ve soğuk taş duvarların arasında hür ufukları, köyünü, kırlarını, çeşme başını, renk renk çiçekleri tahayyül ederken, diğer yandan sonsuzluğu düşünüyor “sonsuzluğun sahibi”ne ulaşmayı diliyor; maveradan gelecek sesleri sezmeye, yüreğinde duymaya çalışıyor.

Özel olarak düşünülüp düzenlenen ve insanın ezip sindirmeyi, kendisi olmaktan çıkarmayı, “mankurtlaştırmayı” amaçlayan bir hapis ortamında, Muhsin Yazıcıoğlu’nun en ufak bir esneme göstermeksizin yiğitçe direnmesinin, 7.5 yıl sonra zindana atıldığı ruh haliyle yeniden Dünya?yla buluşmasının sırrı bu anlamlı şiirinde saklıdır.

Hapisten çıktıktan sonra Hakk’a yürüdüğü ana kadar sürecek olan hayatının üçüncü dönemi başladı.

Yıllardır doğal olarak liderleri olduğu ülkücü gençler, yakın dostları ve MHP davasının genç sanıkları, kısacası çevresi politikaya girmesini istiyorlardı. Kendisi de zaten ideallerini gerçekleştireceği en etkili alan olarak siyaseti düşünüyordu. Dolayısıyla çok beklemeden Türkeş’in Genel Başkanı olduğu MÇP’de resmen siyasete başladı. 1991 genel seçimlerinde Refah Partisi listesinden milletvekili olan grubun içinde o da vardı. Ancak bir süre sonra Genel Başkan ile aralarında bazı düşünce ve yöntem farklılıklarının olduğunu gördü. Bunları izale etmek yerine, bir takım hesap ve kıskançlıklarla ortalığı karıştırmak, ilişkileri bozmak, onu Türkeş’in yakın çevresinden uzaklaştırmak isteyenlerin çabaları etkili oldu. Karşılıklı tahrikler yapıldı. Sonuçta partiye beraber girdikleri ve bazıları kendisi gibi milletvekili olan arkadaşlarıyla birlikte ayrılıp yeni bir siyasî oluşum başlatmaya karar verdiler; BBP’yi kurdular.

Bu ekip 1995’de ANAP listesinden 7 milletvekili olarak tekrar Meclise geldi. Türkiye siyasetinin çok kaygan ve çalkantılı bir döneminde, Yazıcıoğlu ve arkadaşları Meclis’te dengeleri etkileyebilecek kritik bir güç oluşturmuşlardı, ancak onlar bu imkânı siyasî çıkar amacıyla kullanmayı hiç düşünmediler. Oysa isteselerdi özellikle 28 Şubat süreci esnasında hükümet içerisinde yer alabilirler, bakan olabilirlerdi. Siyaseti ahlâkî kurallar çerçevesinde yapmaya özen gösterdiler. Demokrasimizin yara almaması, anayasal düzenin işlemesi, halkın iradesine saygı gösterilmesi, jakoben ve laisist baskılara direnilmesi yönünde üzerlerine düşeni yaptılar.

2002 genel seçimlerinde DYP ile yürütülen seçim işbirliği görüşmelerinde Muhsin Yazıcıoğlu’nun dostluk, arkadaşlık, vefa ve sadakat gibi karakter özellikleri bir kere daha ortaya çıktı. Tam anlaşmaya varacakları noktada, Çiller iki arkadaşının listede yer almamasını istedi. Buna evet deyip milletvekili olmak yerine meclis dışında kalmayı tercih etti.

Siyasî çalışmalarında fikir ve inanç yapısından, temel ilkelerinden kesinlikle taviz vermedi. Türk siyasetinde parti liderleri arasında ender görülen nezih bir üsluba sahipti. Görüşlerini, düşüncelerini sözünü esirgemeden açıklamaktan, bunların mücadelesini vermekten hiçbir zaman geri kalmadı. Ancak bunu yaparken her zaman seviyeli oldu. Hiçbir siyasî karşıtı ondan incinmedi, hakaret görmedi. Siyasî parti yetkilileri birbirleriyle tartışırken ölçüyü sıkça kaçırıp mahkemelik olurken, tazminat davaları havada uçuşurken Yazıcıoğlu bu ortamın daima dışında kaldı. En yoğun tartışmalar sırasında bile muhataplarını kırmamaya özen gösterdi.

Doğuştan gelen sevecen bir yapısı, muazzam bir insan sevgisi vardı. Bu özellikleri hapishane döneminde tasavvufi bir zenginlik kazanmıştı. Bu yüzden kendisini yakından tanıyan pek çok insan onu çağdaş bir Alperen, Yesevizade olarak görüyordu. Bütün gün ihtiyaç sahiplerinin meseleleriyle, dertleriyle yoğun şekilde uğraşmaktan, çareler aramaktan usanmıyor, bir taraftan da giderek azalan imkânlarının elverdiği ölçüde partisini ayakta tutmaya çalışıyordu

.

BBP bünyesinde başarılı olmaktan, atılım yapmaktan ümidini kesen çalışma arkadaşlarının çoğunun siyasetten uzaklaşarak bıraktıkları boşluğa, gün geçtikçe artan yalnızlığına aldırmadan, ümidini kaybetmeden çalışmalarını sürdürmesi olağanüstü bir direnç ve metanet örneğidir.

Toprağa verilirken ortaya çıkan Türkiye tablosu bu çilekeş gönül insanını, ülkücü Alperen’i hayallerinin bir bakıma gerçekleşmesi anlamına geliyordu. Yurt genelinde düşünce ve inanç yapıları farklı milyonlarca insan ölümüne samimi şekilde üzüldü. Değişik kesimlerden on binler cenaze arabasının arkasında hüzün ve gözyaşı içinde yürüdü. İktidarıyla muhalefetiyle siyasî liderler musallada saf tuttular. İmamın mutad “hakkınızı helal ediyor musunuz?” sorusuna yüreklerinden yükselen sevgi, saygı ve özlem dolu sımsıcak duygularla verdikleri cevap dalga dalga göklere yükseldi. Umarız bu ses her şeyi hakkıyla bilen ve gören “sonsuzluğun sahibi”ne ulaşmıştır.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun unutulmayan sözleri

– Namlusunu millete çeviren tanka selam durmam.
– Benim adım Muhsin Yazıcıoğlu! Bana baskı sökmez! Bizim Allah’tan başka kimseden korkumuz yok.
– Zulüm Azrail olsa da hep Hakk’ı tutacağım. Mukaddes, davalarda ölüm bile güzeldir.
– Bu ülkede dürüst olmak başa beladır ama o bela başımızın tacıdır.
– İki saniye sonrasına garantimiz olmayan bir hayatımız için fırıldak olmaya gerek yok.
– Haksız bir davada zirve olmaktansa, haklı bir davada zerre olmayı tercih ederim.
– Haksız bir dava uğruna sultanlık yapacağıma, gerekirse haklı davada tek başıma yürüyeceğimi söylüyorum.
– Bir elinde bilgisayar, Bir elinde KUR’AN olsun.
– Ben Avrupa Birliği kapısında zorlanan, aşağılanan Türkiye istemiyorum. Ben kendi medeniyetimle olurum. Ben yeniden Tük-İslam medeniyetinin inşaatını istiyorum.
– Ölüm inançsız insanlar için korkunç bir sondur ama inananlar için ne kadar zevkli bir başlangıçtır!
– Ben Türk?üm, Türk esir olmaz. Ben Türk?üm, Türk devletsiz olmaz. Ben Türk’üm, Türk bayraksız olmaz. Ben Türk’üm, Türk ezansız olmaz. Ben Türk’üm, Türk hürriyetsiz olmaz.
– Güne güIümserken papatyaIar, duaIar gibi yükseIir ümitIerim
– Haksız bir dava uğruna sultanlık yapacağıma, gerekirse haklı davada tek başıma yürüyeceğimi söylüyorum.
– Bizim çocukları kitap okumak sıkar. O yüzden fikri tartışmalarda biraz zayıf kalırlar. Ama kavga var dersen, Ayrancı’dan Kızılay’a koşa koşa gelirler!
– Evet adım Muhsin Yazıcıoğlu, bende ve arkadaşlarımda döneklik olmaz. Biz inandığımızı yaptık. İnandığımızı yapmaya devam ediyoruz.

-Bir kar tanesi olsam Mekke’ye düşmek isterdim.

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail
0Shares

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

%d blogcu bunu beğendi: