Gözden Kaçan Gerçek: Emeklinin Maaşı Bağış Değil, Hakkıdır

Son günlerde ulusal ekranları meşgul eden bir tartışma var: “Aktif çalışan sayısındaki düşüş ve emekli sayısındaki artış nedeniyle Sosyal Güvenlik Sistemi (SGK) zorlanıyor, devlet emekli maaşı ödemekte güçlük çekiyor.” Bu retorik, (Söz söyleme sanatı) ne yazık ki, basit bir ekonomik dengesizlik hikayesinin çok ötesindedir ve asıl tartışılması gereken konuların üzerini örtme tehlikesi taşımaktadır.

Bizim iddiamız şudur: Emekli maaşlarının ödenmesindeki zorluk, emekliyi ve onun yıllarca ödediği primleri ilgilendirmez. Bu, tamamen devletin primleri yönetme ve sosyal güvenlik sistemini sürdürülebilir kılma başarısızlığının bir sonucudur.

​Emekli maaşı bir “sosyal yardım” ya da “devletin bağışı” değildir. Emekli, en az 25 yıl boyunca, yani çeyrek asır boyunca, her ay maaşından kesilen ve devlete emanet edilen primlerinin karşılığını almaktadır. Bu, bir vatandaş ile devlet arasında yapılmış, anayasal güvence altına alınmış bir sözleşmedir.

​Bir kişi 1995 yılında çalışmaya başladığında, o günkü Sosyal Güvenlik mevzuatına göre belli şartlar ve Aylık Bağlama Oranları (ABO) ile emekli olacağı beklentisine sahiptir. Ancak, özellikle 2000 ve 2008 yıllarında yapılan köklü kanun değişiklikleri (ki bunlar ABO’ları ciddi şekilde düşürmüştür) bu vatandaşın 1995-2000 arasındaki hizmetlerini bile geriye dönük olarak olumsuz etkilemiştir.
​Örnek: 1995 yılında sisteme giren bir vatandaş, o yıl geçerli olan kurala göre birikim yapmıştır. Daha sonra çıkan bir kanunun, emeklilikteki kazancını düşürmesi, otoyoldaki hız sınırı 110 iken kuralı 90’a düşürüp, kural değişmeden önce 100 ile giden herkesi cezalandırmak gibidir. Sosyal hukuk devletinde, bu kazanılmış hakların geriye dönük gasbı kabul edilemez.

​Eğer devlet, sosyal hukuk devleti olduğunu iddia ediyorsa, vatandaşın sisteme girdiği andaki haklarını temel alarak hesaplama yapmak zorundadır.

​Ekranda “aktif-pasif dengesi bozuldu” tartışmasını yapanların göz ardı ettiği asıl soru şudur: Yıllarca toplanan devasa prim havuzuna ne oldu?

​Eğer 23 yıldır ülkeyi tek başına yöneten bir hükümet, bu primleri doğru bir şekilde yönetemedi, enflasyon karşısında eritti veya sosyal güvenlik sistemini açık verir hale getirdiyse, bunun hesabı emekliden değil, o primleri doğru değerlendiremeyen hükümetten sorulmalıdır.

​Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) primlerinin amacı, kısa vadeli bütçe açığını kapatmak değil, uzun vadeli ve sürdürülebilir bir fon oluşturmaktır. Türkiye’de bu fonun yeterince büyüyememesi, primlerin gelir-gider dengesi dışında kullanılması veya ekonomik istikrarsızlık sonucu değer kaybetmesi, siyasi iktidarın sorumluluğundadır.

​Emekli, vergi mükellefi olarak zaten bu sistemin sürdürülmesi için genel bütçeye katkı sağlamaya devam etmektedir. Maaşını ödemekte zorlanmak, emeklinin suçu değil, mali ve siyasi yönetim açığının sonucudur.

​Bu “SGK zor durumda” söylemi, tam da Ocak ayında yapılacak zamlar öncesinde manidar bir zamanlamaya sahiptir. Kamuoyunda bir “kıtlık” algısı yaratılarak, ekonomik sıkıntı çeken emeklilerin, enflasyonun çok altında kalacak zam oranlarına itiraz etme motivasyonunun kırılması amaçlanmaktadır.

​Türkiye’nin milli gelirinin 17 bin dolara ulaştığı iddia ediliyorsa, bu zenginleşmeden en büyük fedakarlığı yapmış olan emeklinin de hak ettiği refah payını alması gerekir. Milli gelirdeki bu artış, sadece bir kesimin değil, tüm vatandaşların, özellikle de emeklilerin hayat standardını yükseltmek zorundadır.

​Sosyal hukuk devleti olmanın gereği, emeklinin hayatının son demlerini, insanca yaşayabileceği bir maaşla, onurlu bir şekilde geçirmesini sağlamaktır.

​Sonuç olarak Emekli maaşları üzerinden yürütülen bu tartışma, bir mali kriz tartışması değil, bir adil yönetim ve hukuka saygı tartışmasıdır.

​Devlet, geçmiş yıllarda çıkardığı yasalarla emeklinin hakkını gasp etmeyi bırakmalı; primleri doğru yönetemediği için sorumluluğu üstlenmeli ve milli gelirdeki artışı, en çok hak eden kesime, yani yıllarca bu ülkeye hizmet etmiş emeklilere yansıtmak zorundadır.

​Aksi takdirde, bu tartışma, ekonomik zorlukların faturasını en zayıf halkaya kesmeye çalışan bir siyasi manevra olarak tarihe geçecektir.

Emekli, adil bir yaşam standardı için ödediği bedelin karşılığını istiyor; bu bir lütuf değil, haktır.

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail
0Shares

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

%d blogcu bunu beğendi: