Siyasetin Gürültüsünde Bir Esnaflık Dersi: Hesabı Değil, Gönlü Kabartanlar

Siyasetin fokur fokur kaynadığı, iddiaların havada uçuştuğu, milletvekili ve belediye başkanı transferlerinin gündemi meşgul ettiği şu günlerde, izninizle size bambaşka bir konudan, hayatın tam içinden bir meseleden bahsedeceğim: İşini iyi yapmanın ve gerçek esnaflığın ne demek olduğundan.

Mecbur kalmadığım sürece dışarıdan yemek yemeyi pek sevmem. Evimin huzurunu, yemeğin o tanıdık lezzetini tercih ederim. Fakat bazen rutin dışına çıkmak, ev ahalisine bir değişiklik yapmak da gerekir. Elbette bizim bütçemiz, lüks restoranlarda bir bardak ayrana yüz lira verecek kadar geniş değil. Bizler, verdiğimiz paranın karşılığını hem lezzet hem de saygı olarak almak isteyen sıradan vatandaşlarız.

Size, bir yıl arayla yaşadığım ve esnaflık üzerine düşünmemi sağlayan iki farklı deneyimi dilimin döndüğünce anlatmak isterim.

Geçtiğimiz yıl, yine böyle sıradan bir günde, ailemle bir değişiklik olsun diye dışarıya yemeğe çıktık. Karaman yolu üzerinde, adını “Ihlamur” olarak hatırladığım, yol üstü bir mekana oturduk. Yemekler yendi, sohbet edildi. Ancak gecenin sonunda gelen hesap, adeta bir soğuk duş etkisi yarattı. Fiyatlar, mekanın vaat ettiğinin çok üzerindeydi. Asıl ilginç olan ise bu olaydan bir süre sonra tesadüfen tanıştığım işletme sahibine durumu anlattığımda aldığım cevaptı: “Abi aslında biz esnaf komşularımıza o fiyatları uygulamıyoruz. Bir ara uğra da bir tatlı ikram edeyim.”

Bu cümle, fahiş hesaptan daha yaralayıcıydı. Demek ki biz “esnaf komşudan” sayılmıyorduk. O anlık, bir defalık müşteri olarak görülmüş ve potansiyelimiz sonuna kadar değerlendirilmişti. O tatlı teklifi ise samimiyetsiz bir gönül alma çabasından ibaretti. Bir daha o kapıdan içeri girer miyim? Asla. Çünkü esnaflık, müşterisini “yolunacak kaz” olarak görmek değil, “velinimet” olarak görmektir.

Gelelim geçtiğimiz günlere… Yine bir değişiklik niyetiyle bu kez Antalya çevre yolu üzerinde, Karaman yolu kavşağına yaklaşık 500 metre mesafede bir restorana gittik. Buradan daha önce paket servis alıp memnun kalmıştık. İçeri girdiğimiz an, doğru bir karar verdiğimizi anladık. Aynı anda 120 kişiyi ağırlayabilecek kapasitedeki mekan son derece nezih ve temizdi. İşletmenin başındaki gençler, o yoğunluğa rağmen kapıda karşılamalarından masaya hizmetlerine kadar gayet saygılı ve samimiydiler. Fiyatlar makul, menü doyurucuydu. En önemlisi, hemen yan tarafa kurdukları mini çocuk parkı, çocuklu aileler için harika bir detaydı.

Elbette ne bir gurme Vedat Milor’um ne de dünyayı gezmiş bir Coşkun Aral. Size yemeğin içindeki baharatın kökenini ya da etin pişirilme tekniğinin inceliklerini anlatamam. Ama bir vatandaş olarak, bir baba olarak işletmenin kalitesini, ortamın nezihliğini, çalışanların yüzündeki tebessümü ve size gösterilen saygıyı anında fark edebilirim. Bir işletmeyi ayakta tutanın sadece tabaktaki lezzet değil, aynı zamanda misafirine hissettirdiği güven ve huzur olduğunu bilirim.

Lafı daha fazla uzatmayayım. Bu takdiri hak eden mekan, 1934’ten beri hizmet veren köklü bir isim: Kebapçı Özarpa.

Bu yazıyı yazarken ne işletme sahiplerini ne de çalışanlarını şahsen tanırım. Bu bir reklam değil, bir hakkı teslim etme yazısıdır. İlk anlattığım mekân zihniyetiyle bir gecelik kazancı hedefleyip müşteri kaybederken, Kebapçı Özarpa gibi müesseseler, dürüstlükleri, kaliteleri ve insana saygılarıyla neredeyse bir asırdır ayakta kalmayı başarıyorlar.

İşte siyasetin ve gündemin tüm gürültüsü arasında unuttuğumuz gerçek budur: İşini iyi, doğru ve dürüst yapanlar her zaman kazanır. Onlar hesabı değil, gönülleri kabartır ve en büyük yatırımı, tekrar tekrar geri dönecek olan müşterilerinin memnuniyetine yaparlar.

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail
0Shares

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

%d blogcu bunu beğendi: