Ekrandan Yönetilen Zihinler: Türkiye’de Diziler ve İktidarın Görünmez Propaganda Gücü
Türkiye’de televizyon, uzun süredir sadece bir eğlence kutusu değil; aynı zamanda toplumsal hafızayı şekillendiren, siyasi söylemleri normalize eden ve seçmen davranışlarını dahi etkileme potansiyeline sahip, güçlü bir propaganda aracı haline geldi. “Filmlerle yönetilen bir ülke” tespiti, özellikle tarihi ve siyasi içerikli yapımların artışıyla birlikte, artık bir iddia olmaktan çıkıp, sosyolojik bir gözlem niteliği taşımaktadır.
Türk televizyonlarında, özellikle prime time kuşağında yayınlanan tarihi diziler, geçmişi olduğu gibi yansıtmak yerine, mevcut iktidarın ideolojik söylemini destekleyecek şekilde yeniden inşa etmektedir.
Diriliş Ertuğrul, Kuruluş Osman ve hatta Payitaht Abdülhamid gibi yapımlarda, tarihi figürler ve olaylar, günümüz siyasi retoriğine uygun bir kahramanlık anlatısıyla işlenir. Bu diziler, devasa imparatorlukların ihtişamını, adaletini ve Batı’ya karşı duruşunu vurgularken, izleyiciye bilinçaltı düzeyde güçlü lider ve yüce devlet imajını sunar. Bu durum, mevcut siyasi liderliğin de aynı büyüklükte bir misyon taşıdığı, uluslararası alanda yalnız ama haklı bir mücadele verdiği algısını pekiştirir. Geçmişin başarıları, şimdiki zamana ait bir meşruiyet zırhı olarak giydirilir.
Tarihi diziler geçmişi idealize ederken, Teşkilat gibi istihbarat ve aksiyon dizileri ise günümüz siyasetini ve ulusal güvenlikle ilgili anlatıları yönetmektedir.
Bu dizilerde devleti koruyan, cansiperane mücadele eden ve her türlü tehdidi bertaraf eden karakterler, genellikle merkezi iktidarın güvenilirliğini ve gücünü temsil eder. İzleyiciye verilen mesaj nettir: “Devlet (ve dolayısıyla mevcut yönetim) uyanık, güçlü ve haklı ellerdedir.”
Ancak işin tehlikeli kısmı, düşman inşasında ortaya çıkar. Dizilerde, ülkenin içinden ve dışından gelen “görünmez düşmanlar” sürekli olarak gösterilir. Bu düşman figürleri, genellikle muhalif, seküler veya dış güçlerle işbirliği yapan karakterler üzerinden sembolize edilir. Bu kurgu, siyasi eleştirinin, muhalefetin veya farklı seslerin anında “hain” veya “dış güdümlü” olduğu algısını destekler. Ekran, gerçeği basitleştirir ve her türlü siyasi farklılığı kolayca karalar.
Diziler, sadece yüksek reyting peşinde koşmakla kalmıyor; aynı zamanda subliminal mesajlarla seçmenin beynini yönetme aracı haline geliyor.
Duygusallık Üzerinden İdeoloji: Diziler, mantıksal argümanlar sunmak yerine yoğun duygusal anlar (fedakârlık, ihanet, zafer) inşa ederek ideolojiyi doğrudan bilinçaltına işler. Kahramanların zaferleri sevinçle, ihanetleri ise derin bir nefretle ilişkilendirilir.
Basitleştirilmiş Dualizm: Siyasi sahne, diziler aracılığıyla karmaşık sorunlardan arındırılmış, basit bir “İyiler (Hükümet) ve Kötüler (Muhalefet)” mücadelesine indirgenir. Muhalefetin eleştirileri, ekranlarda gösterilen kötü, entrikacı ve dış bağlantılı karakterlerin eylemleriyle örtüştürülerek itibarsızlaştırılır.
Pasif Vatandaş Yaratma: Yoğun duygusal ve siyasi mesaj bombardımanıyla izleyici, aktif bir vatandaş olmaktan uzaklaştırılıp, pasif bir tüketici ve yönetilen bir seçmen haline getirilir. Tartışmak, sorgulamak yerine, dizinin sunduğu duygusal gerçekliği kabul etmesi beklenir.
Sonuç olarak, Türk halkı, her hafta milyonlarca lira harcanan bu dev prodüksiyonları izlerken, farkında olmadan kurgulanmış bir hikayenin başrolündeki figürlerin siyasi mesajlarını tüketiyor. Diziler, reyting rekorları kırmakla kalmıyor; aynı zamanda iktidarın ideolojik söylemini meşrulaştıran, tarihi yeniden şekillendiren ve halkın siyasi algısını yönlendiren görünmez bir medya gücü olarak işlev görüyor.
Ekranları kapattığımızda, geriye neyin hikayesi kalıyor? Dizilerin bize anlattığı mı, yoksa kendi sorguladığımız gerçeklik mi? Yanıt, seçim sandığına gidildiğinde bellidir.

